30 Ocak 2007 Salı

Çağıldayan destanlardan

Aslen Erzurumlu olan Erkan Çağıl, 2001 yılında Tanzanya'ya gelmiş ve âdeta âşık olmuştu. Toprağı Tanzanya'dan alınmış olsa gerek, merhum döndü dolaştı yine bu topraklara geldi.

Tanzanya'daki Feza Koleji Müdürü İbrahim Bıçakçı'ya, Tanzanya'ya tekrar gelmek istediğini söylediğinde, o da Tanzanya ile ilgili bildiklerini kendisine anlattı. O, söylenen her cümleden sonra Tanzanya'ya daha bir bağlanıyordu...

Erkan Bey, bu duygularla Türkiye'ye döndü. 2005 senesinde Tanzanya'ya iki defa daha ziyarette bulunduktan sonra, hasretine bir nokta koydu ve Tanzanya'dan dönmemek üzere hicrete karar verdi.

Türkiye'deki iş ortağı ve arkadaşı Murat Yıldız'a "Var mısın Tanzanya'ya hicrete?!.." dedi. O da hiç tereddüt etmeden "Varım" diyerek teklifini kabul etti... Onlar birbirleriyle kardeş gibiydiler, birbirlerini kıramazlardı... Zaten Erkan Bey, bu meseleye o kadar inanmıştı ki, her şeyden vazgeçip, İstanbul'daki kurulu düzenini, Tanzanya'daki siyah incileri için fedâ etmişti. Böyle güzel bir teklife arkadaşı Murat Bey nasıl "Hayır!" diyebilir, Erkan'ı nasıl kırabilirdi?.. Tam bu sırada Erkan Bey'in annesi vefat etti. Onun cenazesiyle ilgilenmek için bir hafta Türkiye'de kalmak zorundaydı. O bir hafta onun için o kadar zor geçti ki... Tanzanya'ya gidemeden vefat edeceğinden korkuyordu. Bir yanda annesine karşı yapacağı son görevi, bir yanda da onu bekleyen siyah incileri vardı... Bu vefat onu hicretten vazgeçiremezdi.

Arkadaşlarıyla hemen Tanzanya'ya gelip işlerini kurmaya başladılar. Ortakları Kemal Bey, Arusha şehrinde maden ocağı açtı...

Erkan Bey, Tanzanya'da ben bu insanlar için neler yapabilirim, diye düşünüyordu. Başşehir Dârü's-Selam'ın sokaklarında gezerken bu şehirde câmilerin çok az olduğunu fark etti. Ülkenin yüzde altmışı Müslüman'dı; ama koca şehirde bir tek büyük câmi yoktu. Onun için Erkan Bey, Dârü's-Selâm'da aynı anda yirmi bin insanın, Rabbülâlemin'in huzurunda başlarını secdeye koyacakları büyük bir câminin yapılmasını, plânına koydu. Sonra Tanzanya'daki Türk okullarına baktı, lise, ortaokul, ilkokul, hatta anaokulu bile vardı; fakat bir üniversitemiz yoktu... Demek ikinci ihtiyaç bu idi. Onun için hayalinde, büyük bir câmi ile bir üniversiteyi planlamıştı...Bu planlarını ortakları Murat ve Kemal beylere de açmıştı. Onlar da kabul etmişti...

Ailesiyle beraber yerleştikleri bu güzel Afrika ülkesinde açtıkları maden ocakları ve araba servisleri güzel işliyordu. İşleri iyi gidiyordu... Yaşayışlarıyla yerli halka numûne oluyorlardı. Nezaketlerinin inceliklerine şahit olan gayrimüslim Tanzanyalı üç tane siyah inci "Sizin dininiz şefkat dini olmalı. Biz tarih boyunca, beyaz ellerden tokat yedik. Ama siz o beyaz ellerinizle bize selam veriyor ve başımızı okşuyorsunuz. Dininizi bize de öğretin; biz de sizin gibi yaşamak istiyoruz!.." deyip onlar gibi olmayı tercih etmişlerdi.

İşte böyle güzellikler içinde dokuz ay geçmişti. Zaman ve mekân olarak gülistana dönen bu dokuz ayın sonunda yeni bir okul arazisi bakmak için gittikleri yolun dönüşünde Erkan Bey, içinde bulunduğu arabanın trafik kazası yapması neticesi ağır yaralanmış ve hastaneye yoğun bakıma kaldırılmıştı. Hastanede kaldığı sekiz gün boyunca, kendisini ziyarete gelenlere Tanzanya için yola devam etmelerini vasiyet etmişti. Kimler ziyarete gelmemişti ki? Devletin üst kademelerinden idareciler, bürokratlar, gönül dostları, öğretmenler, uğurlarında ölümü göze aldığı, onun güzel Tanzanya'sının siyah incileri... Ve bir pazartesi sabahı saat 09.45'te ruhunu Rahman'a teslim etti. Allah rahmet eylesin...

Abdullah Aymaz, Zaman, 28.01.2007

Hiç yorum yok: